Telefonuma gelen mesaj kısa ve net idi. “Bana helva bul ve getir.” Yolumu geri çevirdim. Tıp Fakültesi Hastanesi Kantininde sordum. Kasiyer sanki dünyada daha önce icat edilmemiş bir şey istemişim gibi baktı. Kim bilir belki de anlamadı helva hastane kantininde ne alaka idi?
-Burada bulunmaz dedi.
Mesailerin iftar vakitlerine denk geldiği kış günlerinde idi. Üniversite yönetimi ilginç bir şekilde mütedeyyin insanlar üzerinde karabasan gibi çökmüş, işten attıkları, sürdükleri, süründürdükleri, dinlemediklerinin yanında süremedikleri üzerinde de 28 Şubat post modern darbesinin kendilerine yüklediği zalim görevi uyguluyorlardı. Öğretim Kadrolarının Üniversite ile ilişkileri kesiliyor, sözleşmeleri uzatılmıyordu. Kadro ataması gelen Öğretim üyelerine kadro açılmıyor, ilerlemeleri engelleniyor olmadı dahası süreç uzatılıyordu. Üniversite Camimize sivil vatandaşları alınmıyor. Cuma için namaza gidenler kameralar ile tespit ediliyor. Kayıt altına alınıyordu.
Ülkemin sözde başına (başbakan) İMF’nin Avrupa Masası Şefi geliyor, talimatlar veriyor, borçlu zavallı adam haline getirilmiş onurlu ülkemi paspas gibi çiğniyor. Hükümetin işine karışıyor. Yatırımlara harcayamazsınız verdiğimiz kredileri diyor. Kulaklarımızı çekip çocuk gibi azarlıyordu. Bu alçak hal, kimsenin zoruna gitmiyor, bu zavallı hali değiştirmek için çaba göstermiyorken, ülke genelinde mütedeyyin insanlara karşı cadı avı başlatılmıştı. İnsanların ne giydiklerine de karışıyorlardı. İbadetlerine de, kimlerle konuşacaklarına da, odalarına kimlerin girip kimlerin giremeyeceğine de. Gecelik faizlerin %de 170’leri bulduğu ülke ekonomisinin tükendiği, yatırımları bir tarafa bırakın memurunun dahi maaşının deprem vergileri ile ödendiği bir dönemde; Hükümetin ve bürokrasinin görevi ülkeyi kurtarmak değil, irtica ile mücadele etmek idi. Gayet başarılı çalışıyorlardı. En küçük memurundan, Cumhurbaşkanı’na kadar bu ulvi görevi zevkle yapıyorlardı.
Görevlerine son verilen arkadaşlarımıza destek olabilmek için, Ramazan fitre ve zekâtlarımızın arkadaşlarımıza aktarılması için sessizce bilgilendirmeler yapılıyor. Sessiz bir huşu ve düzelecek elbette bu günlerin sonu gelecek duaları ile sabır temennileri eklenerek ortadaki mağduriyetler giderilmeye çalışılıyordu. Birçok insan namazı terk etmiş. Bir kısmı yaşantısını değiştirmiş. Emir Tanrısının kulu oluvermişlerdi. Darbeci kafanın pişkin uygulayıcıları sivil memurlar görür de ihbar eder korkusu ile…..
Üniversite minibüsüne bindim. Televizyon İstasyon Sapağına geldim. Oradaki bakkaldan yarım kiloluk helvalardan aldım. Tekrar üniversiteye çıktım. Şerif (Mırık) ağabeyim gözüme baktı. Buldun mu? Der gibi. Dudağımı büktüm “ayıpsın” der gibi baktım. Şerif Ağabeyim Personel Daire Başkanlığında çalışıyordu. Onu da rüzgâra katıp sürmüşlerdi. Mesele şu ki; Bu sürgün bize yaradı. İstesek bir daha olmayacak bir durum oluştu. Bir teknisyen ile bir memur aynı odada çalıştık. Yıllarca kardeşçe ve odamızı kurtarılmış bölge ilan ettik. Yemek getirirdim ramazan için hani şu bildiğiniz “sefer tasları” ile. Isıtırdık iftar vakti Rabbimiz ne verdi ise iftarımızı ederdik. Yıkılmaz sarsılmaz bir kale gibi duruyorduk. Burada 657 sayılı Devlet Memurları Kanun zırhının hatırını unutmamak gerekiyor. Yoksa bizim de bir bahane ile iş akdimize son verilirdi.
Genel olarak birlikte çalıştığımız çalışanlar verdiğimiz selamı dahi layığı ile almazdı.
-Selamın aleyküm dediğimizde.
-Ooooo merhaba Ersan Bey! İstihza sırıtışı ile karşılaşırdık.
Bu memurlardan bir tanesinin devir değiştikten sonra, yanımda cep telefonu ile aradığı ilçe Yüksek Okul Müdür Yardımcısına:
-Selamün aleyküm muhterem hocam nasılsınız? Diye hitap ettiğine şahit olduğum zaman ki hayret ve şaşkınlığımı, bir insanın nasıl bukalemun gibi değişeceğini görmenin verdiği belki de daha çok yaşadığım utancı yad etmeden geçemeyeceğim.
Oruç tutmayanların ulu orta yakılan sigaraları, oruç tutanların gözüne sokarcasına havaya üflenen dumanları ve intikam alırcasına ellerinde çay sigara ile odalarına girip sözüm ona sohbete gelmelerini. Birde gevşek gevşek “İslam dini hoşgörü dini, rahatsız etmiyorum ya” diyerek konuşmalarını hiç unutmayacağım. Hani kişisel bir mesele olsa çoktan unuturduk belki fakat mesele o günün konjönktürün içinde bütün inançlı kesime haliyle İslam Dinine yani kutsalımıza, imanımıza yapılan bu tacizleri unutmak hiç mümkün olmayacak…
Öğle vakti olduğunda okulumuzun bazı memurları oruç tutmadıklarını belli etmek ve amirlere duyurup yaranmak için koridora çıkarak yüksek sesle bağırırlardı: -Bu gün yemekte ne var acaba bilen var mı?
Ömrümde ibadet etmeyen, oruç tutmayan bir tek kişiye dahi hor gözle ve anlamaz halle bakmamış bir kişiyim. Sadece üzülürüm imanım gereği. Düşmanlık eden hariç elbette. İnsan olmak çok özel bir haldir. İnsan olmak hasleti, başka insanların tercihlerine saygı ile başlar. Buna iman ettim ve ediyorum. …
Şerif Abim yarım kiloluk helvayı ikiye kesti, yarım çeyrek ekmeğin içine onun tabiri ile gömdü. İftar vakti onunla iftar etti. Benim sefer tasındaki yemeğe lokma dokunmadan. Sonra sigarasını yaktı, iki sigara içmeden kendine gelemezdi. Sigaranın ikincisini de bitirdikten sonra teşekkür etti.
Dedi ki: Kardeş çok sağol, Canım bir çekti anlatamam. Nerden buldun?
Güldüm;
- Abi sen istedin o halde bulacaktık, mübarek gün eli boş gelinir mi?
-Eyvallah kardeşim Senenin 11 ayı sizi sırtımda taşıyayım, beni Ramazanda idare edin.
Uzun uzun anlatılması gerekenleri kısacık yazmaya çalışmak ta zor iş. Şerif Abimin dediği gibi;
Ramazan idare ayı, idareniz kolay olsun. Hayırlı sıkıntısız sorunsuz, iyiliklerinizin ömrünüze bereket kattığı Mübarek bir Ramazan diliyorum.
Dualarınızda yer almak dileği ile……